-MEKANİZMALARI
-RİSK FAKTÖRLERİ
-KORUNMA
-TANI ve TEDAVİ
Prof. Dr. Hakan Akbulut
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı
Tam metin için tıklayınız
Kanser karmaşık bir hastalıktır
Normal bir hücrenin nasıl olup da bir kanser hücresine dönüştüğü konusu son yıllardaki araştırmalar ile iyice aydınlanmaya başlamıştır. Kanser gelişme mekanizmaları aydınlatıldıkça bu hastalığın aslında genetik bir hastalık olduğu da ortaya çıkmıştır. Her bir hücrede bulunan ve DNA adını verdiğimiz genetik materyal, hücrelerin her türlü işlevinden sorumlu olan yaklaşık 40.000 kadar komut taşımaktadır. Bunlar hücrelerimizin en küçük işlevsel birimlerini çalıştıran komutlardır. DNA molekülü içinde yer alan bu komutlara gen adını veriyoruz. Genlerimiz hücre içinde fabrika gibi çalışan ribozomlarda sentezlettikleri proteinler aracılığıyla hücreler için yaşamsal önemdeki işlevleri yerine getirirler. Hücrelerimizde genleri oluşturan ve nükleotid adını verdiğimiz yaklaşık 10 milyon adet yapıtaşı bulunmaktadır. Genlerimizde ifadesini bulan komutlar, işte bu yapıtaşlarının dizilişi ile kodlanmış durumdadır. Bir anlamda hücrenin bu yapıtaşlarının sırasında bir ya da daha fazla değişiklik ortaya çıktığında hücrenin yapısında ve işlevlerinde de bir takım değişiklikler ortaya çıkar ve bu değişikliklerin birikimi ile de normal bir hücre bir kanser hücresine dönüşür. Genlerimizdeki yapıtaşlarında, o genin normal ifadesini değiştirecek şekilde meydana gelen değişikliklere mutasyon adı verilmektedir. Normal bir hücrenin kanser hücresine dönüşebilmesi için hücre içindeki genlerin ortalama olarak 100-200 tanesinde değişiklik olması gerekmektedir.
Değişikliğe uğrayan bazı genlerde genin sayıca artması veya işlevinin süreklilik kazanması, bu genlerin kodladığı proteinlerin miktarında ve işlevinde de bir artma anlamına gelmektedir. Örneğin; hücrelerin çoğalmasını sağlayan proteinlerde bir artış olması durumunda, genlerdeki bu değişiklik, hücrelerin sürekli olarak çoğalması şeklinde kendini gösterir. Bu durum kanser gelişimini kolaylaştırır. Bu şekilde fazla çalışarak kanser gelişmesini kolaylaştıran genlere “onkogen” adını veriyoruz. Onkogenler konusundaki araştırmaları, 1989 yılında, Kaliforniya Üniversitesi öğretim üyeleri Michael Bishop ve Harold Varmus’a Nobel Tıp ödülünü kazandırmıştır. Kanserli hücrelerde gördüğümüz genetik değişikliklerin bir kısmında ise bazı genlerin kaybolduğunu ya da genetik kodlarındaki değişiklikler sonucu işlevini kaybettiğini görüyoruz. İşlevinin kaybolması sonucunda kanser gelişmesini kolaylaştıran genlere de kısaca “tümör baskılayıcı genler” adı verilmektedir. Kanser, basit olarak bu iki gen grubunun arasındaki dengenin bozulması ile ortaya çıkan bir hastalık olarak da düşünülebilir. Bu iki gen grubunun tanımlanması kanserin nasıl başladığı ve geliştiği konusunda bilgiler vermesinin yanı sıra aynı zamanda bu yolların engellenerek daha modern ve etkili kanser tedavilerinin geliştirilmesinin de önünü açmıştır.
Son bir kaç yıldır yapılan araştırmalar, genlerimizin çalışmasının düzenlenmesinde rol oynayan çok daha küçük moleküllerde ortaya çıkan bir takım değişikliklerin de kanser gelişiminde önemli olabileceğini ortaya koymuştur. “MikroRNA” adını verdiğimiz bu moleküllerin ve buna benzeyen diğer küçük RNA moleküllerinin tanımlanmasına yol açan çalışmaları ile Andrew Fire ve Craig Melo 2006 yılı Nobel Tıp Ödülü’nü almışlardır. Başarısı konusunda bugünden bir şey söylemek zor olsa da mikroRNA’ları hedefleyen yeni tedavi yöntemleri önümüzdeki bir kaç yılın yoğun araştırma konusu olacak gibi görünmektedir.
Tagler: Kanser
Comments: (0)
Henüz yorum yapılmamış